Uzman Klinik Psikolog Serap Sözen
Günümüzde iyice popülerlermiş ve ruh sağlığı alanından olsun olmasın herkesin hakkında bir fikri olduğu ve bildirmekten de geri durmadığı bir kavram olan “narsisizme”, narisisizmin erkek cinsiyetinde tezahür etmesinde katkısı çok önemli olan anne ile oğlu arasında kurulan bağdaki fallus merkezli duruma bir bakış atacağız.
Fallus, diğer bir deyişiyle “erkeklik organı” bilhassa psikanalitik literatürde üzerine çok yazılıp çizilmiş, çok söz söylenmiş bir olgu olarak karşımıza çıkar. Peki bu fallusun erkek ruhsallığında yeri ve önemi nedir? Ve dahası yaşamsal olarak bile kabul edilemeyecek bir organın erkek ruhsallığının merkezine konulup güç, iktidar, başarı, beceri ve dahi “becermek” gibi kavramlarla özdeş kılınmasının nedeni nedir? Erkek cinsiyetinde dünyaya gelmiş olanların bilinç düzeyinde ya da bilinçdışı düzeyde “erkeklik organı”na bir halel gelmesinden ise ölmeyi bile tercih edecekleri kadar yüksek narsisistik yatırım yapılan bu organın bu denli yüceltilmesinin asıl sebebi nedir?
Bunlar gibi ve daha da çoğaltılabilecek birçok sorunun tarihsel, sosyolojik, kültürel, dini ve psikolojik açıdan birçok yanıtı olabilir. Herşeyin temeline insan davranışlarını anlamayı koyan psikoloji bilimiyle sınırlı tutacağımız bu yazıda soruların yanıtlarını anne bebek bağlanmasında aramaya çalışacağım.
Yeni doğan erkek bir bebeği olan anne mensubu olduğu alt kültüründe etkisiyle özel bir cinsiyette doğurduğu bu varlığı ve onu özel kılan bir kız çocuğunda mevcut bulunmayan tek organ olan penisi bilinçdışı düzeyde kendi özgürlüğüne açılan bir kapı gibi görüp oğlunun cinsiyetine ve onun cinsiyetini belirgin kılan organına aşırı bir narsisistik yatırım yapmaya meyilli olur. Çoğu kesim tarafından günümüzde bile kadının ikinci sınıf bir insan olarak görüldüğü bir toplumda kendisini rakibesi olan diğer tüm kadınlar ve dahi erkeklerden özel ve ayrıcalıklı kılan bu erkek bebeğe ve onun cinsel organına aşırı bir narisistik yatırım yapar anne olan. Kollarında tuttuğu şu minicik ve bakıma muhtaç varlığı büyütecek, yetiştirecek ve kendi gerçekleştiremediği herşeyi “yapabilen” bir öteki olarak dünyaya sunacaktır. Erkeklik boşuna “yapmakla” eşdeğer tutulmaz. Erkek olan “yapar”, “başarır”, “mücadele eder” ve “becerir”. Annenin bilinçdışı arzusu tetiklenir ve küçük oğlu aracılığıyla artık sahip olamadığı herşey zamanı gelince önüne serilecektir. Bilinçdışı düşlemlerinde kendisini kurtaracak olanı doğurmuştur ve nihayet çektiği tüm çileler günün birinde sona erecektir. Kocasının penisi kendisinin olmamıştır ancak nihayet sonsuza dek kendisinin olacak bir penise -oğlununkine- “sahip olmuştur”. Erkek cinsiyetinde dünyaya gelmiş olanların birçoğunda bilinçdışı düzlemde deneyimlenen yutulma ve parçalanma korkusunun en önemli sebeplerinden birisinin annenin erkek çocuğunun penisini kendisine ait gördüğünü yine bilinçdışı düzlemde oğluna hissettirerek büyütmesi olduğunu düşünüyorum. Annesinin vajinasından belki 20-30 sene önce çıkmış olduğu halde kendi erkeklik organını annesinin hegamonyasından tam olarak kurtaramamış hiçbir erkeğin herhangi bir kadınla sağlıklı bir ilişki kurması ve tatmin edici bir cinsel hayat yaşaması pek olasılıklı görünmüyor. Karşı cinsle kurulan yakınlığın anneyle kurulan ilksel ilişkiyi bilinçdışı bir biçimde hatırlatan doğası erkekteki yutulma ve parçalanma kaygılarını tetikler. Karısını sever, onunla tatmin edici bir cinsel hayat yaşarsa bilinçdışı anneye ihanet etmenin suçluluğunu yaşayacak olan erkek karısına duygularını ve penisini verebiliyor olsa bile karısını ya da partnerini ruhsallığında annesi tarafından çoktan işgal edilmiş özel ve ayrıcalıklı o yere bir türlü koyamaz. Orası doludur çünkü. Annenin gerçek ya da imgesel işgal edici varlığı karı koca ya da partner ilişkisinde araya giren bir üçüncü olarak deneyimlenir. Duygusal veya cinsel her yakınlaşma ve hatta bu yakınlaşmalar için gerekli olan arzu boyutu erkek olan taraf açısından annenin işgalci varlığı sebebiyle harap edilmiştir. Partnerler arasında bir hayalet gibi gezinen bu üçüncü ilişkiyi tarumar etse de anne olanın dokunulmazlığı nedeniyle çoğu zaman terapötik ortamda dahi şifalandırılması güç bir durum yaratır.
Bir diğer ilişki açmazı olan taraflardan birisinin, bu yazı da ele alınacağı üzere erkek olan tarafın narsisizmi de benzer kaynaktan gelir. Karşı cinsle ilişkiye arzu duyulabilecek en erken yaşa kadar erkek oluşuna methiyeler düzülen (sonrasında da pek tabi devam eden!) erkek olan kişi ruhsallığında anne kadar besleyici, doyurucu, tatmin eden, “muhteşem ve görkemli” hissettiren bir ötekini dış dünyada bulamaz. Annenin kendisi olmayan tüm diğer kadınları bir rekabet nesnesi gibi görüp onaylamayan tavrı da bu muhteşem ve görkemli penisin sahibi erkek çocuğunu anneyle ilişkiye iyice hapseder. Anne olana göre oğlunu hak edecek bir kadın henüz yaratılmamıştır (kendisi dışında tabi!) ve tüm diğer kadınlar oğlunun gel geç heveslerini tatmin etmek için vardırlar. Böyle bir annenin oğlu kendisini gerçekten sevme kapasitesi olan bir kadınla karşılaşsa dahi anne o kadında mutlaka bir kusur bulacak ve kadın oğlunun ruhsallığında daha beliremeden türlü çeşitli bahanelerle yok edilecektir. Anneye göre oğlunu seven kadın oğlunun görkemli penisini bahşedebileceği kadar güzel değildir, eğitimli değildir, zeki değildir, fazla örtülüdür, başı açıktır, mezhebi farklıdır, daha önce evlenmiştir, çocuğu vardır… Bahaneler asla bitmez! Anneye göre doğurduğu bu mucizevi varlığı kendisi dışında hiçbir kadın hak etmiyordur, edemez de! Kusursuz kendiliğin anne tarafından projekte edildiği erkek çocukta kendi görkemliliğine ve muhteşemliğine inanır. Annesi öyle diyorsa öyledir! Bilinçdışı düzeyde hüküm süren görkemli oluşa dair içi boş bu inanca eğer psikotik veya sınır düzey boyutunda inanılmışsa böylesi bir erkeğin kadınlarla olan ilişkisi kaos, karmaşa, tahrip etme, ilişki nesnesini yok sayma ve yok etme, ötekinin duygularına karşı bir körlük şeklinde deneyimlenecektir. Kendi görkemliliğine olan bu inanç nevrotik düzeyde bir kişilik yapısında hüküm sürüyorsa inanç tartışılabilir ve değiştirilebilir nitelikte olacağı için bu kişi için ilişki dünyası daha umut verici olarak görülebilir.
Elbette her anne ve erkek çocuğu açısından gelişim bu rotada seyretmez. Oğlunu kendinden ayrı ve farklı bir birey olarak görebilen ve oğlunun narsisistik manevralarını gerekli ve sağlıklı sınırlarla durdurabilen anneler de mevcuttur. Bu yazıda patolojik anne-erkek çocuk bağlanmasının dinamiğinin bir yönü üzerinde durulmuştur. Oğlunun fallusuna (erkeklik organı) tapan ve oğlunun da dünya üzerindeki en özel ve hatta tek fallusa sahipmiş gibi hissettirildiği patolojik bağlanmalarda işleyen bilinçdışı mekanizmanın görüntüsü deşifre edilmeye çalışılmıştır. Kadın cinsiyetinde doğanlara erkeklerle eşit hak ve özgürlüklerin tanındığı bir dünyada anne olmayı seçmiş ve erkek çocuk doğurmuş kadınlarda rüştlerini erkek evlatları üzerinde ispatlamaya çalışmayacaktır. Ve düşünceme göre bireylerin ve toplumların ruh sağlığı da bu yolla sağlanmış ve korunmuş olacaktır.
WhatsApp us