Uzman Klinik Psikolog Serap Sözen
Bilindiği üzere haftalardır dünya gündemini meşgul eden bir konu var. Çin’in Wuhan kentinde başlayan ve hızlıca yayılarak kısa sürede tüm dünyayı etkisi altına alan bir virüs olan Korona. Korona virüsü ile ilgili çok şey yazıldı, söylendi. Artık neredeyse hepimizin korona virüsünün belirtileri ve korunma önlemleri hakkında bir fikrimiz oldu. Ben bu yazıda dünyayı etkisi altına alan korona virüsüne başka bir açıdan bakmaya davet edeceğim sizleri. Korona insanlığa ne anlatmaya, nasıl bir mesaj vermeye çalışmakta?
Gestalt ekolünün bakış açısına göre her hastalık –ister bireysel, ister toplumsal boyutta yaşanıyor olsun- kişiye/topluma bir mesaj vermek için ortaya çıkar. Hastalık aynı olsa da onu deneyimleyen kişiye/kişilere göre içerdiği anlam değişir. Diğer bir deyişle deneyimlenen hastalıkla ilgili herkese uyan standart bir anlam yoktur. Bakış açımız bu olmakla birlikte korona virüsüyle ilgili söylenebilecek evrensel bazı şeyler yok mudur diye düşünmekteyim. Koronanın verdiği mesajı alabilmek, anlayabilmek için korunma yöntemlerine şöyle bir baktığımda ilk sırada kişisel hijyene azami ölçüde dikkat etmek gerektiğini görüyorum. Uzmanlara göre bunun için elleri sık sık yıkamak gerekiyor. Diğer bir kritik önlem ise tokalaşmaktan yani temastan kaçınmak gerekliliği olarak karşımıza çıkıyor. Hatta bunun için çok zorunlu olmadığı sürece evden bile çıkmamayı tavsiye ediyor uzmanlar.
Gestalt bakış açısına göre evrende her şey iki tür temas biçimiyle gerçekleşir: Buluşmak ve ayrışmak. Nefes alıp verme örneğinde olduğu gibi, nefes aldığımızda havayla buluşur, nefes verdiğimizde ise havadan ayrışırız. Sosyal hayatta bir örnek verecek olursak canımız sıkıldı, arkadaşımızı arar, onunla bir yerde buluşur, birlikte vakit geçirdikten sonra ise ayrışır, kendi hayatımıza geri döneriz. Buluşma ve ayrışma bir senkron halinde gerçekleştiğinde “temas” deneyimi yaşanmış olur. Temas deneyimi ise “oh be!” yaşantısı olarak tariflenebilir. Yani temas bir doygunluk hali, tatmin deneyimi olarak anlaşılabilir. korona virüsü ile ilgili iki temel önlem biçimi olan hijyene dikkat etmeye ve temastan mümkün olduğunca kaçınmaya gestalt bakış açısıyla baktığımda ise buluşma ayrışma senkronunun da ötekinden ayrışma (tokalaşmama, sarılıp öpüşmeme, ötekiyle aynı ortamları mümkün olduğunca paylaşmama) ve kendiyle buluşma (evden mümkün olduğunca çıkmama, kalabalık yerlere gitmeme, kendinle kalma) şeklinde bir önlemin alınması gerektiğini duyuyor gibiyim. Sanki korona bize “ötekinden ayrış, kendinle buluş” demeye çalışıyor gibi geliyor. Aklıma gelen ilk sorun ise şu oluyor: “İnsanlık olarak kendimizle buluşmayı nasıl, ne şekilde ve ne zaman unuttuk bu kadar?” Öyle olmalı ki bir virüs çıkageldi ve bize unuttuğumuz kendimizi acı bir biçimde hatırlatmaya çalışıyor sanki.
Kültürel değerleri ağırlıklı olarak bireyselleşmeme, topluluk halinde yaşama şeklinde olan bizimkisi gibi toplumlarda en temel ihtiyacın ayrışmanın bir versiyonu olan sınırlar olduğunu görüyorum. “Ben olanı ben olmayandan ayırma işlevi” olarak tanımlanabilen sınırların yokluğu veya ihlalinin yarattığı boşluğu acaba “korona” mı doldurmakta? korona çıkagelerek bireyselleşememe sancısını her daim yaşamış olan toplumumuza “biraz ayrı durun, biraz kendiniz olun, kendinizle baş başa kalın” mı demeye çalışmakta acaba? Ötekine mesafe almayı beceremeyen kültüre sınırları öğretme ihtiyacı nedeniyle mi uğramıştır korona ülkeme?
Toplumsal ve küresel duyarlılığımızın git gide azaldığı günümüz dünyasında beliren korona virüsü varlığıyla bizlere ölümü hatırlatarak biz olmayanın acısını anlamaya çalışmaya davet ediyor olabilir mi? Günlük hayatımızın neredeyse kanıksadığımız durumlarından olmaya başlayan şehit haberleri, önlem alınmadığı için yaşanan trafik kazaları sonucunda pisi pisine gerçekleşen ölümler, sınır kapılarında yoklukla sınanan insanlar, yanan ormanlar, yok olan doğa, doğal kaynakların hoyratça kullanımı gibi ben olmayan şeylere karşı duyarsızlığın temelinde yatan kendine yabancılaşmayı hastalık yoluyla göstermeye çalışan bir virüsün etkisi altına girmiş olabilir miyiz insanlık olarak? “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” deyişindeki o yılan “korona virüsü” olabilir mi? Son çareyi zengin, fakir, eğitimli, cahil, güzel, çirkin, halktan, ünlü ayırt etmeksizin herkesi sokmakta bulan yılandır belki de korona?
İradesini kendisi dışındaki güçlere teslim etmeye eğilimli olan insanlığa kendi iradesini hatırlatmaya çalışan bir uyarıcı olabilir mi korona? Hem kendi sağlığını hem de ötekinin sağlığını düşünerek hareket etme zorunluluğu korona’dan korunmanın en etkili yolu değil mi? “Hasta değilim nasılsa” demeksizin mümkün olduğunca diğeriyle temas etmekten kaçınmaya çalışmak, bunun sorumluluğunu alma şeklinde irade göstermek ve iradeyi sahiplenmek değil de nedir? Veya çeşitli önlemler alarak kendini korumaya çalışmak hastalıktan korunmanın sorumluluğunu ilahi ya da beşeri güçlere bırakmamakta benzer bir biçimde irade kullanmak demek değil midir?
Bu açılardan baktığımızda korona virüsünün insanlığın ortak bilinç(sizliği)yle yarattığı bir sonuç olduğunu ve bu durumdan gerçekten arınmanın tek yolunun da bilinç düzeyini arttırmakla olacağını düşünüyorum. Bunu yapmak için bilinçli bir iradeyle çabalamazsak korona ve henüz belirmemiş ama mutlaka belirecek olan başka tehditler aracılığıyla buna mecbur kalacağımızı düşünüyorum.
Bilincin ışığında filizlenen sağlıklı günlerde görüşmek umuduyla.
WhatsApp us