Uzman Klinik Psikolog Serap Sözen
Psikolojik içerikli ve/veya terapi sahneleri içeren diziler, filmler neden bu kadar ilgi görmekte? Bugün tartıştığımız bu konuyu daha derinden anlamak için bir “söz sanatı” gibi gördüğüm psikoterapinin kişilerin ruhsal yaşamlarında ne anlama geldiğine bakmak lazım diye düşünüyorum.
Madem psikoterapiyi bir tür söz sanatı olarak tanımladık, ben de sözlerime bir şiirin dizeleriyle başlamak istiyorum.
“Bak aynı başına gelmiş adamın benim başıma gelen
O da üzülmüş aynı benim gibi Benimki daha acıklı değil
Onunkinden, fiyakalı değil onun acısı benimkinden Sade güzel olan kelimeler Sade kelimeler
Kelimeler…”
Terapi sahasının gerçek danışanları kendi seçimleri olan ya da varoluşçu bir tanımlamayla içine fırlatıldıkları yaşam deneyimlerinin duygusal yüküyle başa çıkmakta zorlandıkları için terapiye gelirler. Danışan konumundaki kişi, kendisini terapiye getiren deneyimlerini sanki sadece kendisinin başına gelmiş gibi hissetmeye, öyle düşünmeye eğilimli bir yerde durur genellikle. Kendisi çok zor birşeyler yaşamaktadır ve yaşantısında çok yalnızdır. Bu yalnızlık hissi çoğunlukla içsel ıssızlığın bir ifadesi olsa da bilinç düzeyinde bunun farkında olmayan danışan kişi için izlediği bir dizideki bir karakterinde benzer sorunlar yaşadığını görmek su serpilmiş gibi hissettirir yalnızlık hissinin üzerine. “O da aynı benim yaşadığımı yaşıyor, acımda yalnız değilmişim” farkındalığı ve/veya dizi karakterinin problemlerinin büyüklüğünü gören izleyicinin “hayatta ne dertler varmış, benimki de dert mi?” diye düşünerek kendisini rahatlatmasına izin verir kurgusal dünyanın karakterleri.
Diğer yandan bilinçdışı bir düzlemde işleyen “özdeşim” savunma mekanizması da imdadına yetişir dertli izleyicinin. Kurgusal dünyanın karakterleriyle özdeşim kuran izleyici izlediği karakter olur dizi, film boyunca. Karakterin dertleriyle üzülür, sevinçleriyle sevinir, haksızlığa uğramasına öfkelenir, onunla yaşar adeta. Konu edinilen kendisi olmadığında daha savunmasız olur insan. Dirençleri rafa kaldırmak kolaylaşır izlerken ötekini. Ötekine ait olduğunu sandığı deneyimden birşeyler alması, öğrenmesi kolaylaşır böylelikle. Psikolojik içerikli diziler, filmler bu açıdan bakıldığında da ruhsal sağaltım adına önemli bir işlev görmektedir. İzleyiciyi bir an da “öteki” yapar ve savunma bariyerlerine takılmaksızın iç dünyasına birşeyler almasına imkan tanır. Kendisi olmadan kendisiyle yüzleşmesini sağlar.
Dizilerdeki, filmlerdeki psikoterapi sahneleri terapist ve danışan arasındaki o iki kişiye özgü olan ve ne menem bir şey olduğu bilinmediği için tekinsiz hissettiren psikoterapi odasını da halka açık bir hale getirir. O odada neler olmaktadır? Terapist tam olarak ne yapmaktadır ki danışan “iyi”leşmektedir? Terapisti bilinçdışı ebeveyni gibi gören danışan kişi, bu iki kişilik ilişkide, öncelikle anne-çocuk arasındaki o iki kişilik ilişkideki açmazlarını, sonrasında bahsettiği üçüncü kişiler aracılığıyla babanın da ilişkisel dünyaya dahil olmasıyla ortaya çıkmış olan açmazlarını terapistine anlatır. Bazen de ilksel ilişki nesneleri tarafından kendisine nasıl davranılmış ve nasıl hissettirilmişse terapistine de benzer bir biçimde davranarak, terapistini “kendisi” yaparak duygusal açmazlarını terapisti nezdinde sahneler. Tüm bu durumlar dizilerin, filmlerin kurgusal dünyasında sahnede olan terapist aracılığıyla izleyiciye gösterilir. Böylelikle izleyici kurgusal karakter aracılığıyla duygusal zorluğunu yaşamaksızın hayat hikayesini ekrandan izleme fırsatını bulmuş olur. Terapist karakteri sayesinde ebeveynsel desteği içine alır, sorunlarını çözer ve kurgusal terapiste dilediği gibi öfkelenerek ebeveynine dil uzatmanın suçluluğunu taşımaksızın iç dünyasını rahatlatır. Dizilerdeki, filmlerdeki terapistler tıpkı terapi sahasının gerçek terapistleri gibi aktarım nesnesi olarak işlev göstererek danışanın/izleyicinin ilişkisel açmazlarının, çatışmalarının sağaltımına yardımcı olmuş olurlar.
Gestalt ekolünün perspektifinden bakarak da birkaç şey daha eklemek istiyorum sözlerime. Gestalt yaklaşımı bitmemiş meselelerden bahseder. Bitmemiş mesele “o zaman ve orada” yani yaşandığı zaman diliminde doyurulamamış, tatmine ulaşmamış ve bu yüzden de kişinin zemininde enerji yüklü olarak kalmış duygusal ihtiyaçları ifade eden bir tanımlamadır. Bitmemiş meseleler ucu açıkta kalmış sinir uçlarına benzer. Bu duygusal sinir uçları “şimdi ve burada”ki yaşantıda onları uyaran deneyimlerle karşılaştıklarında acı verirler. İşte bu acı, sağaltım için ruhsal bir davetiyedir aslında. Bir ekrana ve oradaki dizi, film karakterinin yaşadıklarına bakarak duygudan duyguya savrulan izleyici, ekrana kendi iç dünyasını projekte ettiğinin farkında olmasa bile kendi bitmemiş meselelerine dair ipuçlarını bilinçdışı bir yolla gördüğünde ekran başına kitlenip kalmaktadır. O zaman ve orada” -ki bu çoğu zaman kişinin kendi çocukluğudur- yeterince karşılanmadığı için sabit geştaltlara, diğer bir ifadeyle bitmemiş meselelere dönüşmüş psikolojik ihtiyaçlar kurgusal karakterin yaşadıklarına yansıtılarak tatmine ulaştırılmayı hedefler. Karakterinin sorunu çözüldüğünde kişinin içsel olarak hissettiği rahatlama hali kendi bitmemiş meselesini çözülmüş gibi hissettirdiği içindir.
Bir “söz söyleme sanatı” olan psikoterapi ve onun sağladığı imkânları kurgusal dünya aracılığıyla izleyiciye ulaştıran psikolojik içerikli dizilerin, filmlerin bu denli talep görmesinin ruhsal sağaltıma dolaylı katkıları olmaları nedeniyle olduğunu düşünmekteyim.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Bir sonraki etkinlikte görüşmek dileğiyle.
WhatsApp us