Genel Bilgiler

Psikoterapi, ruh sağlığı alanında eğitim görmüş, bu alanda uzmanlaşmış bir sağlık profesyoneli tarafından gerçekleştirilen, bireysel terapi veya grup terapisi şeklinde uygulanabilen bir kendini tanıma, davranışlarının ve tutumlarının nedenlerini anlama, çözümleyebilme ve onlara karşı içgörü (farkındalık) kazanabilme sürecine verilen isimdir.

Günümüzde kültürel, sosyal, ekonomik pek çok alanda gerçekleşen hızlı değişiklikler, bireyleri pek çok stres faktörü ile başaçıkmak zorunda bırakmaktadır. Tüm bu değişim ve gelişimler, bireylerin hayatını kolaylaştırmakla birlikte paradoksal bir biçimde onları yalnızlığa, dışlanmışlık duygusuna, aidiyetsizliğe ve zaman zaman da çaresizliğe itmektedir. Biyolojik gerçek ve gerekçelerle ana rahmine düşen insan, bilinçli seçiminin dışında olarak geldiği dünyada pek çok zorlukla başa çıkmak zorunda kalmakta, zaman zaman, zorlukların kendi başaçıkma becerilerini aştığına inandığı durumlarda ise yardıma ihtiyaç duymaktadır.

Psikiyatrist, psikolog veya terapist, bu yardım arayışı içerisinde olan insana, kendi içerisinde var olan başaçıkma gücü ve becerilerinin farkına varmasında destek olan kişidir. Bu başaçıkma gücü ve becerilerini fark etmek zaman zaman kişi için çok güç olabilir. O zaman özellikle ilaç tedavisi gerekebilir. Bu farmakolojik desteği sağlayacak kişi psikiyatristtir.

Olaylarla, durumlarla, yaşadığı, hissettiği duygularla başaçıkma güç ve becerilerinin azaldığına inanan her insan, terapötik bir destek alabilir ve böylece içinde bulunduğu güç durumdan etkin bir biçimde ve en az hasarla çıkabilir.

1) “Ben deli miyim? Ancak deliler psikoloğa/psikiyatriste gider”

Bu inanç, kişisel gelişimin ve problem çözmenin önündeki en büyük engellerden biridir. Kişiyi harekete geçme ve kendisi için bir şeyler yapma isteğinden alıkoyar. Psikoloğa veya psikiyatriste gitmeyi kendi özgür iradesi ile seçen kişiler, sorunlarının farkında olarak çözüm üretmeye çalışan, kendileriyle yüzleşmekten çekinmeyen, içgörü sahibi insanlardır.

2) “Psikoloğa/psikiyatriste gitsem bile işe yaramaz. Bu sorunu kimse çözemez.”

Bu inanç, temelde sorunlarının biricikliğine, özelliğine, çözümsüzlüğüne inanan kişilerin dile getirdikleri bir inançtır. Psikoterapi süreci içerisinde yaşayacakları deneyimlerle farkındalıkları artan bireyler, etraflarındaki pek çok kişinin de benzer sorunlarla başaçıkmaya çalıştıklarını gördükçe şaşırırlar.

Bir psikoloğun ya da psikiyatristin görevi, hiçbir zaman danışanlarının sorunlarını çözmek değildir. Bireylerin, sorunlarını çözme de yetersiz kaldıklarına inandıkları durumlarda sorunlarının ve çözümlerinin önündeki tek engelin kendilerinden başkası olmadığı gerçeğini fark etmelerini sağlamak, içlerinde var olan sonsuz potansiyeli dışa vurmalarına yardımcı olmak etkin bir psikoterapinin ve psikoterapistin görevidir.

3) “Ben hasta değilim, terapi almama gerek yok”

Bu inanç, hayatında bir şeylerin yanlış, eksik, hatalı gittiğini kabul etmek istemeyen bireylerin sıklıkla dile getirdikleri bir inançtır. Kişinin, belirli bir konuyla ilgili sıkıntı yaşamasıyla, “hasta” olması arasında fark vardır. Kişi, sorunlarıyla yüzleşip, sorumluluğu almayı kabul etmedikçe, psikolojik olarak sağlıksızlaşması yani bir değer deyişle “hasta” olması kaçınılmazdır.

4) “Beni bu hale “onlar” getirdi. O zaman onlar terapi görsün”

Kişinin aldığı kararların, yaptığı seçimlerin, tutum ve eylemlerinin sorumluluğunu almadığı/almak istemediği durumlarda inanmayı seçtiği ve dile getirdiği inançtır. Bu kişilerin tutumlarına, davranışlarına, duygularına karşı objektiviteleri bozulmuştur ve yaşamlarının sorumluluğunu başkalarına yükleyerek, hissettikleri suçlulukla umutsuzca başaçıkmaya çalışırlar. Psikoterapi bu noktada kişinin kendi tutumlarına ve davranışlarına farkındalık kazanmasını destekleyerek kişiye yardımcı olur.

5) “Terapi almak istiyorum ama işe yarar mı ki?

Genelde soru şeklinde olan bu inanç, aslında “terapi işe yaramaz” şeklindeki önyargıyı temsil etmektedir. Bu inanca sahip kişiler de yaşamlarının sorumluluğunu almaktan korkan, çekinen veya yaşamlarının gidişatıyla ilgili sorumluluk almak istemeyen kişilerdir. Daha önce hiç denememiş olmalarına rağmen, terapotik süreç hakkında tereddüt ederler ve aslında bu kişiler, kişisel gelişime dirençli olan insanlardır. Tüm bu konular üzerinde çalışıldığında psikoterapiden oldukça iyi bir sonuç alınabilmektedir.

Psikoterapi süreci ruh sağlığı alanında uzmanlaşmış bir sağlık profesyoneli ile çeşitli alanlarda sıkıntılar, sorunlar yaşayan bir danışan arasında gerçekleşen bir süreçtir. Psikoterapi yaşantısal bir süreçtir. Yaşantısal bir süreç olması ile kast edilmek istenen danışan ve terapist arasında terapi odasında ortaya çıkan tüm durumların özellikle danışanın ilişkilerini ve hayatı nasıl yaşadığının göstergesi olmasıdır. Terapist ve danışan arasındaki ilişki danışanın çevresindeki kişilerle kurduğu ilişkinin minimize edilmiş bir şeklidir. “Minimize edilmiş” olmasının nedeni ise normalde bir danışanın hayatında birçok kişi bulunurken terapi ilişkisinde terapist ve danışan olarak sadece iki kişinin olmasıdır. Psikoterapi sürecinde bu iki kişi arasında her ne yaşanıyorsa danışanın bu ilişkide yaşadıklarını terapi dışındaki hayatında da mutlaka yaşadığı varsayımından yol çıkılır. Şimdi bu konuyu biraz daha açalım.

Psikoterapi bir tür yaşantı olduğuna göre her yaşantının sağlıklı, verimli ve kişisel gelişime katkısı olabilmesi için belirli kuralları olması gereklidir. Bu durum elbette psikoterapi içinde geçerlidir. Psikoterapi sürecinin verimliliğini arttırmak içinde bazı kurallar koyulması ve bu kurallara hem terapistin hem de danışanın uyması gerekmektedir. Peki nedir bu kurallar? Ve psikoterapi sürecinin verimliliğini arttırma yönünde nasıl katkı sağlamaktadırlar?

Psikoterapi de en önemli kuralların başında “gizlilik ilkesi”” gelmektedir. Gizlilik ilkesi terapi esnasında konuşulan konuların ve alınan notların hiçbir surette danışanın kendisi haricinde kimseyle paylaşılmayacağının ve seans notlarını terapist dışında kimsenin okuyamayacağının güvencesinin verilmesidir. Bu terapinin olmazsa olmaz kuralıdır. Bu kural sayesinde ancak danışanlar kendilerini güven içerisinde hissederek terapistlerine açılabilirler.

Psikoterapi sürecinde uyulması gereken diğer kurallar ise terapist ve danışanın arasındaki ilişkinin güvenirliğini, tutarlılığını, her iki tarafında kişisel çıkarlarını korumaya yöneliktir. Örnek olarak seanslara tam zamanında başlama kuralını verebiliriz. Danışan randevu saatine en az beş-on dakika kala terapistinin ofisinde olmalıdır. Peki bu kural neden bu kadar önemlidir? Terapistinizin ofisinde tam randevu saatinizde olduğunuzu düşünelim. Ancak terapistinizin hiçbir açıklama yapmaksızın sizi yarım saat beklettiğini hayal edelim. O esnada neler hissedersiniz? Öfke? Hayalkırıklığı? Güvensizlik? Önemsenmediğini düşünmek? Belki bu duyguları veya daha başka duyguları… Bu örnekteki terapistin danışanını belki yarım saat kadar kısa görünen bir süre bekletmesi danışan üzerinde oldukça olumsuz etkiler bırakabildiği gibi, belki danışanın randevusundan hemen sonra yetişmek zorunda olduğu herhangi bir yere geç kalmasına da yol açabilir. Bu da terapist ve danışan arasındaki ilişkinin her ikisi açısından da gerilmesine neden olabilir. Ayrıca randevusuna geç alınan danışan bir sonraki sefere yarım saat geç gelmeyi kendisine hak görebilir! Tam tersi bir durumda ise bazen danışan randevusuna zamanında gelmemekte ve geciktiği süreyi kalan süresine ekleyerek seansı uzatmaya çalışabilmektedir. Bu gibi bir durumda birçok terapist bunu yapmak istemez ve kabul etmez. Çünkü zamanında terapide olmak danışanın sorumluluğudur. Terapistin sırada bekleyen başka danışanları veya seans sonunda yapmak zorunda olduğu başka işleri olabilir ya da kişisel tercihi olarak seans saatini uzatmama hakkı vardır. Danışandan kaynaklı bu gibi gecikme durumlarında sorumluluk danışana ait olmaktadır.

Bir diğer önemli kural ise randevu iptalleri ile ilgilidir. Psikoterapi alanında hizmet veren birçok klinisyenin oldukça önem verdiği bu kurala göre randevu iptallerin en az 24 saat (bazı işletmelerde 48 saat) yani bir gün öncesinden yapılmasının gerektiğidir. Randevu günü içinde yapılan iptaller, terapistlerin programlarını önceden hazırladıklarını göz önüne alındığında terapistin o günkü planını tamamen bozabilmektedir. Ayrıca kişinin gelmediği saate randevu alabilecek başka bir danışana da randevu verilememesine yol açabilmektedir. Buna ek olarak elbette ki terapistin iptal edilen saati boşa geçmekte ve bu da maddi bir zarar yaşaması anlamına gelmektedir. Bu gibi durumlarda danışandan 24 saat öncesine kadar iptal etmediği randevusunun ücreti talep edilir, ödemesi beklenir. Birçok danışanın bu kuralı anlamakta zorlandığı görülmektedir. Sık yapılan savunmalardan biri “Gelmediğim seansın ödemesini neden yapmak zorundayım ki?” olmaktadır. Danışanla kurallar ilk terapi seansında hatta çoğu zaman randevu verilirken telefonda belirtilmekte ve kişi bu kurallara uyacağını taahhüt ederek terapi sürecine başlamaktadır. Dolayısıyla hangi sebeple olursa olsun 24 saat öncesinden iptal edilmeyen randevunun sorumluluğu danışana ait olmakta ve ilk seansta verdiği taahhütü yerine getirmesi istenmektedir.

Peki tüm bu kurallara uyum terapi sürecinin verimliliğini nasıl arttırmaktadır? Terapide uyulması gereken kuralların hepsi kişinin verdiği kararların, yaptığı seçimlerin sorumluluğunu almasını sağlamaya yöneliktir. Randevu günü ortaya çıkan acil bir durum nedeniyle seansa gelemediğiniz için kendinizi çok haklı hissediyor olabilir ve bu konuda terapistinizden anlayış bekliyor olabilirsiniz. Durumunuz sizin açınızdan gerçekten çok acil olabilir veya gerçekten de acil bir durumla karşı karşıya kalmış da olabilirsiniz. Bu şartlar altında terapiye gelmediğinizde farkında olarak veya olmayarak bir karar almış ve seçim yapmış olursunuz. Kişiler ancak kararlarının sorumluluğunu aldığı, seçimlerinin sonuçlarına katlandığı takdirde kişisel hayatında başarılı ve mutlu olabilir. Psikoterapi süreci bu anlayış üzerine kurulu olan bir süreç olduğu ve danışan ile terapist arasındaki ilişkide terapist sorumluluk almayı ve sonuçlarına da katlanmayı öğreten bir nevi öğretmen konumda olduğu için sizden acil bir durum nedeniyle bile olsa yaptığınız seçimin, randevu günü terapinize gelmeme kararınızın sorumluluğunu üstlenmenizi ister. Siz sorumluluğu üstlendiğinizde terapistinizi de bir seçim yapma hakkı tanımış olursunuz: Randevuya gelememe gerekçenizi anlayışla karşılamak ya da karşılamamak…Elinizde olmayan şartlar da dahi verdiğiniz kararın sorumluluğunu üstlenmeyi ve sonuçlarına katlanmayı öğrenebilirseniz psikoterapi süreciniz size hayatla ilgili çok şeyi öğretebilmiş demektir.

Unutulmaması gerekir ki psikoterapi sürecinde terapistinizle aranızda ortaya çıkan durumlar, seans kurallarına maksimum düzeyde uyum sağlamak için çabalamanız, uyamadığınızda da bunun sorumluluğunu üstlenmeniz kişisel açıdan sizi oldukça geliştirecek, olgunlaştıracak ve terapiye hangi sorunla başvurmuş olursanız olun sorumluluk almayı öğrenebildiğiniz için zaman içinde onu çözmenizi sağlayacaktır.