Uzman Klinik Psikolog Serap Sözen
Hepimizin bildiği üzere tüm dünya koronavirüsün etkilerinden korunmak ve yayılmasını önlemek için yoğun bir çaba içinde uğraşmakta. Bir yandan virüsün fizyolojik etkilerinden korunmak için kalabalık ortamlara girmemek, mümkün olduğunca insan temasından uzak durmak, kişisel hijyene azami ölçüde dikkat etmek gibi önlemler alırken bir yandan da koronovirüsün tetiklediği yoğun kaygı, panik atak, obsesif kompulsif reaksiyonlar gibi psikolojik etmenlerle başa çıkmak zorunda kalıyoruz çoğumuz. Her birimizin psikolojik olarak da yoğun bir stres altına girdiği bugünlerde akla psikoterapi görmek koronovirüsün tetiklediği yoğun kaygı gibi problemlerle baş etmeyi kolaylaştırabilir mi gibi sorular geliyor olabilir. Virüs fiziksel bedeni tehdit eden bir durum iken psikoterapi gibi bir destek almanın bu süreçte nasıl bir işlev göreceği merak konusu olabiliyor. Bu karışıklığa bir yanıt olması niyetiyle ruh sağlığı alanında 15 yıldır hizmet veren bir uzman olarak bir şeyler söylemek istediğim için bu yazıyı yazmak istedim.
Öncelikle algılanan tehditin –koronovirüsün- oldukça gerçek bir tehdit olduğu, diğer bir deyişle fizik beden aracılığıyla varoluşa sonluluğunu, ölümlüğü hatırlatma işlevinde olduğu bir gerçektir. Tehdit, bu açıdan bakıldığında kurgusal, yani zihin ürünü değil gerçek bir tehdittir. Bununla birlikte koronovirüs, kanser, diyabet, trafik kazası…vb. hastalık, kaza gibi unsurlardan daha fazla tehdit edici bi durum mudur? Her yıl binlerce insan kanser, diyabet gibi kronik ve otoimmün hastalıklardan, ani ve beklenmedik kazalardan, saldırılardan, terörden vb. sebeplerden ölürken ne olmuştur da koronovirüs tehdit yaratma bakımından hepsinin önüne geçmiştir?
Koronovirüsün hayatımıza aniden girmesi ve şu an için bir tedavisinin olmaması bilinçdışlarımızda tekinsizlik, kontrol kaybı, bilinmezlik gibi durumları tetiklemekte olduğunu düşünüyorum. Bu tetiklenen durumlar herkes için belli miktarlarda kaygıyı açığa çıkarsa da bazılarımız kaygıdan adeta felç olmuşçasına bir hayat yaşıyor son zamanlarda. Öyleyse aynı olaya (koronovirüs) aynı biçimde tepki vermeyişimizin sebebi ne olabilir diye düşünmek gerekiyor. İşte bu noktada psikolojik alt yapımız çok önemli bir rol oynuyor. Psikolojik alt yapımız –ki en önemli unsurunu çocukluk yaşantılarımız oluşturur- olaylara verdiğimiz tepkileri belirleyen en önemli faktör olmaktadır. Şimdi bu konuyu biraz daha açalım.
Bir çocuğun en temel duygusal besini ebeveynlerinin ilgisi, sevgisi, duygusal desteği, koruması ve kendisini koşulsuz olumlu kabul edebilmeleridir. İlk çocukluk yıllarında (özellikle ilk 5 yılda) çocuk bu besinlere ne kadar kolay ulaşabilmiş ve ne kadar içselleştirebilmişse yaşam boyu karşılaşacağı streslere (mesela koronovirüs tehdidi gibi) karşı bağışıklık kazanmış olacaktır. Ebeveynsel desteği yaşam streslerine karşı bağışıklık kazandıran aşı gibi de düşünebiliriz. Bu açıdan baktığımızda koronovirüs tehlikesi karşısında yüksek düzeyde bir kaygı hissediyorsak kendimize “çocukluğumda kaygılarım karşısında ebeveynlerimin tutumu nasıldı?” diye sorabiliriz. “Herhangi bir konuda korkuya da kaygı hissettiğimde bunu anneme/babama söyleyebiliyor muydum?”, “Annem/babam korktuğumu, endişelendiğimi anladıklarında beni sakinleştirecek açıklamalar yaparlar mıydı?”, “Annem/babam korkularımla baş etmeme yardımcı olacak önerilerde bulunur, gerekiyorsa korktuğum ya da endişelendiğim durumu çözmek için/çözmeme yardımcı olmak için sorumluluk alırlar mıydı?” … Bunlar gibi sorulara yetişkinin vereceği yanıtlar, içindeki çocuğun ne kadar duygusal bakım alabildiğinin yanıtlarıdır. Çocukluğunda yeterince duygusal bakım alamamış yetişkinlerin yaşam stresörlerine karşı bağışıklıkları düşük demektir. Koronovirüs ise fiziksel bedende bağışıklığı düşük kişileri nasıl ki çok etkiliyorsa aynı şekilde duygusal bakım alamadığı için duygusal bağışıklığı zayıf kişileri de bu şekilde etkilemektedir. Çocukluktaki duygusal bakım eksikliğinin şimdi ve buradaki hayattaki karşılığı bazen panik atak, bazen obsesif kompulsif bozukluk, bazen anksiyete bozukluğu veya depresyon, umutsuzluk…vb. olabilir. Tüm bu tanıların altında yatan mekanizma birbirine oldukça benzerdir. Farklılık ise deneyimlenmiş olan duygusal bakım eksikliğinin kişinin hangi olaylar üzerinden, ne şekilde ve ne dozda deneyimlemiş olduğuyla ilgilidir. Psikoterapi de tam olarak bu şekilde çalışır. Yani terapi yapılan bireyin şimdi ve buradaki sorunundan yola çıkarak bu sorunu ortaya çıkaran çocukluk dönemi duygusal bakım eksikliklerinin tespit edilmesi ve uygulanan teknik ve yöntemlerle kişinin o eksiğini kendi kendisine bakım sunarak belli ölçülerde kapatması sağlanmaya çalışılır. Eğer bu gerçekleştirilebilirse kişi bundan sonra karşılaşacağı çeşitli yaşam stresörleriyle makul düzeyi aşmayan bir kaygı ile baş edebilir hale gelebilir.
Psikoterapi, anlaşıldığı üzere kaygı yaratan durumu ortadan kaldırmaya yönelik olmayıp (bu mümkün de değildir, zira kaygı yaratan unsurlar hayat devam ettiği sürece hep olacaktır) bu durumla daha etkin baş etmeyi sağlayan çok önemli ve işlevsel bir araçtır. Psikoterapiye bu bakış açısıyla ve niyetlilikle başlayan kişiler belli bir süre sabredebildikleri takdirde (çünkü psikoterapinin faydası zaman içinde anlaşılır) yaşam stresörlerine karşı bağışıklıkları çok daha artmış bir biçimde hayatlarına devam etme fırsatını kendilerine sunmuş olacaklardır.
WhatsApp us